Vatandaş – Hekim Sağlığı ve Güvenliği İçin Eğitim Şart mı?

Dr. Osman Öztürk’ün Hekimedya’daki “Doktor Efendi Dönemi Bitti!”  başlıklı köşe yazısı birçok meslektaşımız tarafından, duygularına tercüman olunduğu ve yitirdiğimiz Değerli Hocalarımız, Arkadaşlarımız, Meslektaşlarımızın yadını sağladığı için beğeniyle okundu ve okunuyor. Aslında işin içinde olan hekimler için bu gidişin varacağı yer, ki hala yolculuk sürüyor, yıllar öncesinden malumdu ve görünüyordu… Önemli olan bunu, yine “işin içinde” ancak hizmet sunucusu olarak değil, talep eden olarak bulunan hastalarımızın, vatandaşlarımızın görmesi…

Kendisine sunulan sistemin eksikliklerini görmek istemeyip/göremeyip, “Ölsün mü!” diye, acil serviste, poliklinikte, hastane/klinik koridorunda doktorun, hemşirenin üstüne yürüyüp, sıradaki onlarca benzer durumdaki hastanın hakkını gasp edip, bu çirkinliğini güvendiği pazu gücü ve şirretliğiyle örtmeye çalışarak, “kendi işini bir an önce gördürmeye çalışan”, yeni sistemdeki “müşteriler”, her zaman haklı olma arzusu ile ortalığı düşünmeden birbirine katarken varılacak nokta bellidir.

Hekimler bu ülkenin sınav sistemlerinin tespit ettiği en yüksek noktaları aşarak ve bunun üzerine yıllarca süren çaba ve deneyim koyarak bulundukları noktaya gelmişlerdir; hemşireler ve diğer sağlık ekibi özveri ile, faydalı olmak kaygısı ile çalışmaktadırlar. Ancak yıllarını bilgilenmek için harcayan bu kadronun aldığı komik memur maaşını duyan vatandaşlar geçirdikleri şaşkınlık süresi kadar bir süreyi, karşılaştıkları sorunlu durumların nedenini düşünmek için harcasalar, bu gün sağlıkta yaşanan örtülü ve açık terör ortamı oluşmazdı kanaatimce.

Ne sağlığın ticarileşmesi sonucunu getiren düzenlemeler, ne yapılan ek ödeme talepleri, ne yeni yapılanma, hekimlerin, sağlıkçıların isteği ile gerçekleşmiştir. Bilakis sağlık meslek örgütlerinin muhalefetine rağmen yürürlüğe konmuştur tümü. Kaç kişi hekimler , hemşireler, tüm sağlıkçılar ellerine pankartlar, afişler alıp, “vatandaş sağlığına sahip çık” sloganları ile yürürken, durup düşünmüştür: “bunlar ne demek istiyor, bana ne söylemek istiyor “ diye? Sonra? Sonra hastane koridorunda, acil odasında “ölsün mü!” diye doktorun, hemşirenin üstüne yürünüyor… Sistem ile ilgili bir konudaki şikayeti sebebiyle, “Bu konuda haklısınız, ancak bunun çözüm merci şurası, bir dilekçe verin hemen” diye yol gösterdiğinizde bile, tırsan, vaz geçen ürkek “müşteri”… Peki bu müşterilerden (!)  kaçı biliyor şu an 28 Haziran 2012 tarihinde 2012/25 sayılı Genelge ile Tamamlayıcı ve Destekleyici Sağlık Sigortası ile ilgili düzenlemeler yapıldığını? Tamamlayıcı Sağlık Sigortasının “Kurum (SGK) tarafından kapsama alınmayan, kapsama alındığı halde kısmen  karşılanan, yani cepten ilave ücret ödenmesi yapılan ya da bireylerin daha yüksek standartlarda sağlık hizmeti talep ettiği durumlarda devreye giren özel sağlık sigortası türüdür.” olduğunu? Bu “müşteri bilgisizliği” yüzünden, yarın hastanede kendisinden ek ücret talep edildiğinde, kaç “müşteri”, kaç sağlıkçının canını yakacaktır, moralini bozacaktır?

Bir arkadaşım anlatmıştı yıllar önce: “Senin paranı ben veriyorum” dediğinde hasta bana, beynimde bir “tııııın” sesi duydum ve uzanıp masanın üzerinden yakalarına yapışıp, kendime çektim ve “Ulan o sen misin? Ben de yıllardır beni bu paraya çalıştıranı arıyordum” dedim diye… Demek ki vatadaşın verdiği para yetmiyormuş, hekimin maaşını vermeye ve sistemi döndürmeye ki, yeni yeni düzenlemeler ile, elini cebine atması isteniyor artık sistem tarafından (doktorlar değil!)…

Değerli hekimlerimizin kısaca tanıtılıp, “neden öldürüldükleri” belirtildikten sonra şöyle sürüyor “Doktor Efendi Dönemi Bitti!”  yazısı:

“…Kenan Evren askeri cuntanın başıydı…
“Mecburi hizmete gelen doktorları ağaca bağlayın, kaçmasınlar.” dedi.
İmren Aykut Çalışma Bakanı´ydı…
“Ne verirseniz verin bu doktorların gözü doymaz.” dedi.
Tansu Çiller Dışişleri Bakanı´ydı…
Hariciye Vekaleti´yle hariciye koğuşunu karıştırdı, hastanelere “Balyoz Harekâtı” düzenledi. (Balyoz Davası hakimlerinin gözünden kaçtı, ceza almadı.) Yıldırım Aktuna Sağlık Bakanı´ydı…
Hafta sonu makamında bulamadığı başhekimin kapısını kırdırttı.
Osman Durmuş Sağlık Bakanı´ydı…
Fuzuli yere yakıyor diye başhekimin ellerini kalorifer peteğinde kızarttı.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Doktorların eli hastaların cebinde.” dedi.
Yetmedi…
Üstüne bi de “Paracı doktorlar gürültü yapıyor.” ilave etti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Ben doktora iğne yaptırmam, doktorlar adamı felç ederler alimallah.” dedi.
Yetmedi…
Üstüne bi de “Doktor efendi dönemi bitti.” ilave etti…
Noktayı koydu.
Doktor efendi dönemi bitti!..
Toprakları bol olsun! 

Mail gruplarında dolaşırken bu yazıya yapılan şu ekleme de düşünmeye alışmamış “müşteriler” için bir başlangıç noktası olmalı aslında:

“Evet ey Türk Milleti, ey vatandaş ! Doktor efendi dönemi bitti!.. Artık ciddi ve önemli vakalara müdahale edecek doktor bulamayacaksın ! Artık iyi yetişmiş doktor da bulamayacaksın.. Artık işin lokman hekimlere, aktarlara, şarlatanlara kalacak ! Şimdi bütün sıkıntılarını deşarj edebileceğin hastaneler var, istediğin gibi bağırıp-çağırıp ´benim haklarım var” diyerek terör estirebiliyorsun ! Doktora vururken elin acırsa şikayet edeceğin alo sağlık- bimer vs telefonların da var ! Şimdilik keyfin yerinde, şimdi sen EFENDİ´sin, doktor ve sağlık çalışanları MARABA ! Doktor efendi dönemi bitti!.. Ama ne yazık ki senin de SAĞLIĞIN BİTTİ ! Bunu zamanla anlayacaksın ! İş işten geçmiş olacak, başın sağolsun ! Doktor efendi dönemi bitti!.. Toprakları bol olsun!…. (Dr. DELİ DUMRUL)”

Sağlık turizminin neden olduğunu, Avrupa’dan bir çok hastanın ülkemize sadece hekimlerimizin methini duydukları için mi geldiğini sanıyor acaba bizim yerli “müşteriler”imiz? Yarın, “artık ciddi ve önemli vakalara müdahale edecek doktor bulamadığında” kendisi hangi ülkede, hangi şartlarda sağlık ihtiyacını gidereceğini düşünüyor mu?

Acile getirdiği hastasının yanında efelenerek içeri giren “delikanlı refakatçı”,  “içeride sadece bir refakatçı kalsın” uyarısıyla karşılaştığında, “ben dışarıdayım, bi yamuk olursa seslen!” diye verdiği göz dağının, hastasını emanet ettiği doktor üzerinde yarattığı etkinin olumsuzluğunun farkında mı ki, bu kadar ileriyi düşünebilsin!

Ya da, nedenini de bildikleri basit bir sebepten karnı ağrıyan kendi hastasının feryadını, sıradaki herkesin derdinden önemli görüp, herkesi itip-kakıp içeriye girmenin hakkı olduğuna inandığı kısır beyni ile düşünen birinden bekliyebilir miyiz bunu? O kuyrukta gerçekten “acil hasta” olan, o sırada kalp krizi geçiren ve kendisi ile dalaşamayan, laf yarıştıramayan kaç hastanın kuyrukta, hastane sahanlığında öldüğünü bilmekte midir bu tipler?

Ama biz biliyoruz! Kuyrukta dakikalarca-saatlerce, burnu akan, ağzı kokan, saçı dökülen hastaların arasında bekleyen hastasının kalp krizi geçirip, yığılıp kalıp, yapılan müdahale ile de kurtarılamaması sonrası, “doktor bey/doktor hanım, öldüğüne yanıyorum da, en çok iki saattir bu kapıda-kuyrukta  bekliyoruz, hastanede doktora gösteremeden ölmesine yanıyorum” diyen oğlunun ince, kibar sitemine karşı sistem adına duyduğumuz utancın bize de bulaştırılmasına duyduğumuz öfkeyi bildiğimiz gibi…

Doktorlar kötü, doktorlar ilgisiz deniyor bazen… Acil kuyruklarının uzamasının da bir sebebi olan  performans sistemine geçiş sonrası, o güne kadar sağlık sisteminin taşıdıkları onca yüküne rağmen kimsenin adını anmadığı, değer vermediği, skeçlere bile “vasıfsızlık” tanımı olarak sokulan “pratisyen” sıfatını taşıyan hekimlerimize; döner sermaye olarak yazılan reçete başına 1 lira ödeme yapılması, reçete yazmadan, en iyi muayeneyi bile yapsa, hastayı uzmana sevk ettiği takdirde bu rakamın verilmemesi sebebiyle, acillere yığılan hasta sayısının arttığını da en iyi biz acilde çalışan hekimler biliyoruz. Tabii bu performans sistemini uygulamaya sokanların bu gibi olumsuzlukları öngörememelerine şaşırarak… Eğer sorun buysa, sorun bizdeyse, aramızdaki işin hakkını vermeyenlerle bir tutulmamak için biz varız, tüm mesleklere uygulanacaksa, 5-10 yılda bir mesleki ehliyet sınavlarına girmeye… Kendini geliştirmeye, okumaya, sınav vermeye en alışık meslek grubuyuz zaten; mecburi hizmete, geçici görevlere, angaryalara alışık olduğumuz gibi… Ancak işiyle, yaptığı binanın yıkılması ile onlarca insanı öldüren müteahhit, mimar, mühendis ya da biçtiği otobüste yine onlarca insanı sakat bırakan, öldüren şoförün, o şoförün denetçiliğini yapan yetkililerin ve ucu insan hayatına dokunan tüm meslek gruplarının benzer yeterlilik sınavlarına, denetimlere tabii tutulması kaydı ile; aynı anda, aynı düzenleme, aynı mevzuat ile…

Bu böyle olmaz da denebilir tabii… O zaman, ayrımcılık ile suçlanma riski taşıyan, bir mankenin bir zamanlar dillendirdiği ve büyük tepki aldığı yola mı gidilmeli acaba? Herkesin mutlaka bir oyu olmalı, ama ilkokulu bitirenin 2, orta öğrenimi bitirenin 3, lise mezunun 4, üniversitelinin 5 oy hakkı olursa nasıl olur? Bu sayede, daha düşünen, daha bilgili, daha sorumlu olanların seçeceği yürütme daha mı sağlıklı şeyler yapar ülke için? İnsanlar da oy haklarını arttırmak için daha mı çok okur? Ya da siyasiler de “eğitim şart” demeye başlar mı? Durup düşünmeli mi? Belki “eğitim şart” lafı da, mizahi niteliğini değiştirip, ciddiye alınır mı bu sayede?

Düşünen, duyarlı insanların olduğu bir ülke de her türlü riskin azalacağı gibi, daha mı az doktor ve sağlıkçı tartaklanır, öldürülür? Bu sayede doktorlar işlerini daha bir severek ve korkmadan yaparsa, yapabilirse, daha mı az “haklı müşteri” yitiririz?